Belki de bir çok insan adını bile bilmiyor bu güzel antik kentin. Efes kadar isim yapmamış ancak bir o kadar güzel bir yer Sagalassos. Isparta’dan Antalya’ya gidiş yönünde 40cı km’de Ağlasun kasabasına gelip, kasabanın içine girince biraz ilerde sağda Sagalassos tabelasını göreceksiniz. Sagalassos bu kasabaya sadece 7 km mesafede. Antalya’ya olan uzaklığı ise 110 km. Antik şehrin kapladığı alan 4 Km² ye yayılıyor. Kazı çalışmaları biz ziyaret ettiğimiz 2009 yılında halen devam ediyordu.
Sagalassos antik Pisidia kentlerinden biridir. M.Ö 4200 yıllarında burada çiftçi topluluklarının yaşadığı tespit edilmiş. Erken Tunç Çağına ait küçük bir yerleşimin varlığıda bilinmekte. Ancak bu yerleşimin ilk kez Demir Çağında kent halini aldığı tahmin ediliyor.
M.Ö 333 yılında Büyük İskender büyük bir savaşla kenti ele geçirir. İşte bu tarihden itibaren Sagalassos’un sona doğru gidişi hızlanır. İskender’in şehri ele geçirmesi ile Helen süreci başlar. Bundan sonraki süreçte bir kaç kere el değiştiren şehir son olarak İmparator Augustus tarafından Roma İmparatorluğu topraklarına katılır. Hep gördüğümüz Roma ihtişamı buradaki yapılarda da kendini göstermekte. Devasa uzunluktaki sütunlar, çeşmeler, üçgen alınlıklı büyük binalar ve heykeller. Bütün bunlar şehri daha ihtişamlı hale getirmek için yapılmış eserler ki bugün bile kalıntıların varlığından bu ihtişamı yaratmakta oldukça başarılı olduklarını görmekteyiz.
Şehrin bu ihtişamı M.S III. Yüzyılın başına kadar devam eder. M.S 518 yılında şehir çok ağır bir deprem yaşar. Yaralar henüz sarılmışken M.S 542 yılında şehirde veba salgını baş gösterir. Tüm bunlar şehrin zenginliğini kaybetmesine ve alt yapısının çökmesine zemin olur. Dahada kötüsü M.S 7. Yüzyılda yaşanan yeni bir deprem Sagalassos’un sonunun geleceğinin habercisidir. Bu defa su kaynakları yok olur, ormanları kaybederler, ısınmada güçlükler yaşarlar, salgın hastalıklar baş gösterirken, birde Arap akınları başlayınca halk Sagalassos’u terk eder. Sonunda Akdağ’dan gelen topraklarla adeta Sagalassos kentinin üzerine ölü toprağı serpilir ve kent bu toprakların altında kalarak günümüze gelene kadar yeniden keşfedilmeyi beklemeye başlar.
Kentin içinde dolaşmaya başladıkça, kazılarda ortaya çıkarılan eserlerin ihtişamı sizi o günlerdeki şehrin durumunu hayal etmeye zorlayacak. Örneğin, Hadrianus dönemine ait “Aşağı Agora Çeşmesi” arkasındaki Odeon’un gösterişsiz cephesini gizlemek amacıyla inşa edilmiş. Cephesi bir tiyatro sahne binası gibi inşa edilen iki katlı yapının alt katı bugün halen ayakta. Kentteki bir başka çeşme “Antoninler Çeşmesi.” Marcus Aurelius döneminde inşa edilmiş olan bu çeşme bir deprem sonrasında tahrip olmuş ve onarım sırasında başka yerlerden getirilen malzemeler burada kullanılmış. Bu malzemeler arasında heykellerde yer almış. Buradan çıkarılan heykellerin tümü bugün Burdur müzesinde sergilenmekte.
Bu görkemli şehrin birde görkemli şehir meydanı varmış. Yukarı şehir meydanı diye anılan bu meydanda konsey binası, onursal anıt, dört onursal sütun, bu sütunlar Augustos döneminde Agora’nın yeniden inşasına katkıda bulunmuş olan aile bireyleri adına Agora’nın dört köşesine birer adet yüksek onursal sütun olarak dikilmişler. Batı tarafında yer alan iki sütun Krateros ve Kallikles isimli kardeşlere ithaf edilmiş. Bu kardeşlerin çocuklarına Roma Vatandaşlığı verilmiş ve tarihe Roma vatandaşlığı alan ilk Sagalassos’lular olrak geçmişlerdir. Bana sorarsanız bu olaylar o dönemlerde bile insanların özgürlüğünü kısıtlayacı ayrı ülke vatandaşlığı ve vize gibi gereksiz unsurların hayatımıza gireceğinin işaretçileriymiş. Şehir meydanına dönersek burada Zeus’a adanmış bir adet Propylon (yani dor düzenindeki tapınağın giriş yapısı), İmparator Claudius’a ithaf edilmiş onursal bir kemer , Zeus Tapınağı ve Antoninler Çeşmesi ile meydan çevrelenmiştir. Bu antik kenti öğleden sonra gezmeye başlarsanız mutlaka ama mutlaka fotoğraf çekmek için gün batımı beklemelisiniz.
Mutlaka görmek istediğim yerler arasında … tanıtım için teşekkürler..