Konuk yazarımız Tülay Filiz Paris yakınlarındaki Giverny Köyü’nü ve tabi bu köyün asıl anlamı olan Claude Monet’i anlatıyor.
Paris‘in gürültüsünden kaçıp Auvers Sur Oise’nin geniş kırlarına, insanların sıcak dostluğuna sığınan ama yine de aradığı huzur ve mutluluğu bulamayarak yaşamına kendi elleri ile son veren Vincent Van Gogh’a kıyasla Claude Monet’in Paris’ten ayrılıp Giverny’ye geliş sebebi oldukça farklı. Claude Monet’nin 43 yaşında Paris’ten ayrılıp Giverny’ye taşınma sebebi, 16 yaşında başladığı resim serüvenine yeni renkler katmak. 86 yaşında ölen Claude Monet’nin yaşamının tam ortasında yerleştiği Giverny, her insanın ömrünü uzatacak güzellikte ve düzende bir köy.
Bu güzelliği görmek için Türk Hava Yolları‘ndan uygun fiyatlı bir Paris uçak bileti bularak Paris’e oradan da bu doğa harikası köye ulaşabilirsiniz.
Sadece Monet’nin dillere destan bahçesi ve evi değil, köydeki tüm bahçeler ve evler inanılmaz güzellikte, her yer çiçeklerle bezeli. Tüm binalar sanki çevrelerindeki çiçeklerle yarış edercesine rengarenk boyalı. Bir sokağı döndüğünüzde karşınıza çıkan taş yapının pencere pervazlarının cam göbeği maviye, kapılarının koyu bir turuncuya, bahçe parmaklıklarının gül kurusu rengine boyalı olduğunu görüyorsunuz. Bahçedeki çeşit çeşit çiçekte de bu renklerin olması büyüleyici bir renk cümbüşü oluşturuyor.
Köyde ev sayısı kadar resim atölyesi var. Aslında, köyü gezerken “Böyle bir yerde yaşayıpta ressam olmamak imkansız” diye düşünüyor insan. Sokak kahveleri, küçük lokantalar, hep bu çok renk ve çok çiçek stilinde düzenlenmiş. Çevrenin güzelliği insanlara da yansımış olacak ki, akşam arabası ile işinden dönüp evine girerken gördüğünüz insanların yüzündeki mutluluk ışığı uzaktan bile seziliyor. 1840 yılında Paris’te doğan, 16 yaşında ilk sergisini açan, tuvale ışığı en iyi yansıtan ressam olarak ünlü Claude Monet işte böyle bir köyde yaşamının 43 yılını geçirmiş şanslı bir insan. Giverny ona zenginlik, mutluluk ve şöhret de getirmiş.
Sanatçının dönümlerce çiçek bahçesinin ortasında yer alan 10 odalı evi, köyün en büyük ve en güzel evi. Evi gezerken orada yaşayan insanın renk ve resim tutkusunu sezmemek mümkün değil. Tüm odalar birbirinden farklı dekore edilmiş ama duvarlardaki tablolarda ağırlık Uzakdoğu motifleri. Sanatçının ikinci kattaki yatak odasının neredeyse tüm duvarları camekan. Tamamen açılabilen bu pencerelerden bahçenin görüntüsünü kelimelerle anlatmak mümkün değil. Zemin kattaki atölyesi ise resme ilgi duyan herkesin yüreğini hoplatacak güzelikte. Yaklaşık 300 metrekare genişliğindeki atölye, tavanındaki dev bir pencereden aydınlanıyor.
Şimdi bu salon, sanatçının bir kısım orijinal eserlerinin sergilendiği ve hediyelik eşyalar, kitaplar ile afişlerin satıldığı alan olarak kullanılıyor. Tüm mobilyaları, duvarları hatta süs eşyaları bile sarı olan, pencerelerinden bahçenin tüm güzelliği seyredilebilen koskoca yemek odasında, yemek yemeye ve şarap içmeye düşkün olduğu yapısından da belli olan sanatçı, bir çok davet vermiş. Yemek odasının mutfağa açılan kapısından geçtiğinizde ise bambaşka bir alemle karşılaşıyorsunuz. Yine camlarından binbir çiçekle bezenmiş bahçe görünen, bu kez fayansları, zemin kaplaması, rafları masmavi bir mekan. “O koskoca yemek odasında ağırlanacak konuklara ancak bu büyük mutfakta hazırlanan yemekler yeterli olur” diye düşünüyor insan. Bu güzel evde mutlu, uzun bir yaşam süren Claude Monet, dünya sanat tarihinde önemli bir yer kaplayan empresyonizm akımının yaratıcısı.
Sanatçının 1874 yılında Paris’te açılan bir sergiye gönderdiği “İzlenim, Doğan Güneş” adlı tablosu “İzlenimcilik – Empresyonizm” akımının isim babası oldu. Tabloların ana temasını görüntüler yerine ressamın kendi duygularının oluşturduğu bu akımın sadece isim babası değil Claude Monet, aynı zamanda kalbi ve ruhu. 19. yüzyıl Paris’nde sanatçıların yaşamında çalışmaya değil eğlenmeye daha çok yer ayrılıyordu. Tüm sanatçılar bohem yaşantıyı tercih ederken, empresyonistler çalışmayı tercih ettiler. En çalışkanları da Monet idi. Aslında sanatçıların ilgi ve para görmediği bu dönemde çalışmak hem de çok çalışmak herkesin harcı değildi. Ünlü empresyonist Renoir tüm arkadaşlarının duygularını şu sözlerle dile getiriyor: “Sevgili Monet’miz olmasa, bize cesaret vermese, hepimiz vazgeçerdik.”
Kendi deyimi ile bir köle gibi çalışan Monet’nin günde 10-15 tuval tamamladığı oluyordu. Empresyonizmin bu en verimli ressamı ışığa olan tutkusu ile tek bir konuyu bile defalarca işliyor, ışığın en iyi yansıdığı görüntüyü vermeye çalışıyordu. Paris’te yaşadığı günlere bir çok tablosunu Seine nehri üzerinde bir tekne evde yapmıştı. Kentin köprülerinin sudaki yansımalarını suyun içinden en iyi biçimde izleyebileceğini düşündüğü için bu tekne eve yerleşmişti.
Sanat tarihinin en sistemli çalışması olarak bilinen “Katedraller” dizisi için iki yıl çalışan Monet, hayranı olduğu Rouen katedralinin günün çeşitli saatlerinde, farklı ışık yansımalarında, günde 15’e varan tablosunu yaparken, geceleri kabuslar gördüğünü, rengarenk katedrallerin üzerine yıkıldığını anlatıyordu dostlarına. Kendisini bu derece yoran çalışma sistemini, Giverny’deki evinin “Su Bahçesi”nde nilüferleri tuvale aktarırken de tekrarladı. Resim sanatına olan tutkusu ve büyük katkıları, uzun ve mutlu yaşantısı, ışığı tuvale aktarmadaki büyük yeteneği ile dünyada derin bir iz bırakan Claude Monet, resim yapmanın insanı hem çok mutlu hem de çok zengin edebileceğinin en etkileyici örneği.
nerede kaldınız?otel öneriri misiniz?
tşkler
Fatoş Hanım, Tülay Hanım’dan size cevap var.
Giverny de kalmadık. Sabah treni ile paristen gidip akşam döndük.
Teşekkürler. Çok güzel bir blogunuz ve faydalı paylaşımlarınız var.
Teşekkürler :)
Mutlaka görmek istediğim, resmine hayran olduğum sanatçılardan biri…
Umarım en yakın zamanda yolunuz oralardan geçer..