Konuk yazarımız Tülay Filiz Paris yakınlarındaki Auvers Sur Oise Köyü’nü ve tabi bu köyün asıl anlamı olan Vincent Van Gogh’u anlatıyor.
Dünyanın en güzel kenti bile olsa, uzun süre kaldığında insan Paris‘te de kentlerin yorucu atmosferini hissediyor. Baharın ılık günleri, parkların yeşili ile yetinemeyip kentin dışına kırlara, köylere yönelmemize neden oldu. Kılavuzumuz, aynı nedenlerle Paris’in dışına kaçan Vincent Van Gogh idi.
30 Mart 1853’te Hollanda’nın bir köyünde dünyaya gelen Vincent, dine mi yoksa resme mi yönlendireceğine karar veremediği yaşantısını mali nedenlerle kardeşi Theo’nun yanında Paris’te sürdürmek durumunda kalınca, dünyanın en ünlü müzelerinin duvarlarını süsleyen olağanüstü güzellikteki o tablolar da yaratılmaya başladı. Paris’te Toulouse Lautrec, Pisarro, Gaugin gibi sanatçılarla tanışan ve dostluk kuran Van Gogh, 1885’te geldiği Paris’in merkezini 1889’da terk ederek Auvers Sur Oise’ye yerleşti. Büyük bir istekle geldiği bu köy ve orada kurduğu dostluklar, yaşadığı güzel günler, yaptığı birbirinden güzel tablolar bile onu mutlu edemedi. Kaldığı pansiyon odasında başına bir kurşun sıkan Vincent Van Gogh, 29 Haziran 1890 günü öldü.
Auvers Sur Oise, trenle Paris’ten iki saat uzaklıkta. Göz alabildiğine uzanan ekili tarlalar, küçük bir kilise ve zevkli köy evleri ile huzur içinde yaşanabilecek bir köy. Bu köyde Van Gogh’un kaldığı pansiyon şu anda müze olarak değerlendiriliyor. Bahçe kapısından girince yol boyunca yerleştirilmiş panolardan sanatçının yaşamı ile ilgili tüm bilgileri alabiliyorsunuz. İçerde tablolarının reprodüksiyonları, onunla ilgili kitaplar ve afişler satılan bir bölüm var. Daha sonra bir rehber eşliğinde 5 kişilik gruplar halinde sanatçının odasını görebiliyorsunuz. Bu oda, çatıya yakın çok küçük bir penceresi olan, en fazla 10 metrekarelik bir yer. Ben ve eşimle birlikte o odaya giren kişiler ya da her gün o odayı ziyaret eden yüzlerce turist neler hissediyor bilemiyorum ama ben o küçük odada hayatımın en duygu yüklü anlarından birini yaşadım. Dünyanın çeşitli kentlerindeki müzelerde gördüğüm ve bakmaya doyamadığım, bana büyük mutluluk veren o güzel tabloları yapan, tuvaline o olağanüstü renkleri yansıtan insan nasıl olupta böyle küçücük bir odada yaşar ve o odada intihar edebilirdi…
Onun bu tür bir sonu haketmediği düşüncesi bende büyük bir isyan duygusu uyandırdı. Bu duyguyu ömrümün sonuna kadar da içimden atamayacağımı biliyorum.
Binanın içindeki gezimizin sonunda bizi bir salona aldılar ve Vincent Van Gogh’u doğumundan ölümüne kadar tanıtan bir film izlettiler. Filmde sanatçının son cümlesi “Resim yapmayı ve yaşamayı çok seviyorum” idi. 37 yaşında ölen ve yaşamının yoğun olarak ancak son 5 yılını resim yaparak geçiren sanatçının bizlere bıraktığı birbirinden güzel tablolar için tüm insanlar ona şükran borçlular.
Ben ona ayrıca resim yapmanın, renklerle yaratıcı ilişkiye girmenin mutluluğunu da borçluyum. Resim konusunda eğitim görmemiş, yeteneği de olmayan bir kişi olarak ona duyduğum sevgi ve hayranlıkla başladığım resim çalışmalarında en büyük keyfi onun reprodüksiyonlarını yaparken alıyorum.
Auvers Sur Oise’de, sanatçının son yılını geçirdiği Auberge Ravoux’dan dışarıya çıkıp, mutluluk ve hüzün gibi karışık duygularla yüklü olarak onun yattığı yeri görmek üzere köy mezarlığına yöneldiğimizde nasıl bir görüntü ile karşılaşacağımızı merak ediyordum. Uzaktan gözümüze çarpan anıt benzeri, mermer mezarların Van Gogh’a hiç yakışmayacağını düşünerek mezarlığa girdik. İşte orada, başında adı yazılı küçük bir taş, yanında Theo, üstleri sadece sarmaşıklarla örtülü olarak yatıyordu…
Tablolarında en yalın hali ile doğayı ve insanları işleyen bu sanatçıya en çok yakışacak durumu gerçekleştirdikleri için ilgilileri kutlamak gerekir. Resim yapmayı ve yaşamayı seven Vincent Van Gogh, güneşin pırıl pırıl parladığı, buğdayların altın sarısı, göğün her zamankinden daha mavi olduğu, siyah kargaların sarı başaklar üzerinden uçtuğu bir gün yaşama veda etti. Dünya döndükçe onun doğa sevgisi tablolarından bize yansıyacak. Kent yaşamından yorulup köye geldiğinde oradaki güzellikleri yansıtan manzaraları, kişileri tuvaline aktarırken şöyle demişti : “Kent yaşamının boğucu baskısı altında iken nelerden uzak olup, neleri kaybettikerini farketmeyen insanları tablolarımla uyarmak istiyorum. Portrelerimdeki insanların yüzlerindeki huzur, onlara birer uyarı olur umarım.”
Vincent Van Gogh kendi yaşamında bulamadığı, ulaşamadığı huzuru bizlere dileyerek dünyayı bırakıp, gitti…
Teşekkürler, emeğinize sağlık.
Tülay Hanım’a bu güzel yazısı için çok teşekkür ederim.