Bugüne kadar Ortadoğu coğrafyasında beni en çok etkileyen yer Lübnan oldu. Zengin ile fakirin, müslüman, hıristiyan ve dürzinin bir arada yaşadığı tam bir tezatlar ülkesi. Müslüman kesim burada birbirinden farklı şartlar altında yaşıyor. Lübnanlı Arap müslümanlar şehir içindeki evlerde oturup ticaretle uğraşıyor. Çoğunluğunu Filistinlilerin oluşturduğu diğer kesim ise kenar mahallelerde veya mülteci kamplarında yaşamaya çalışıyor. Mülteci kamplarında gördüklerinize inanmak istemiyorsunuz.
Bu kaderine terk edilmiş hayatları biraz daha yakından görmek için şehrin tam merkezinde bulunan Şatila kampına 27 fotoğrafçı ile giriyoruz ve burada gruplara ayrılıyoruz. Biraz içerilere doğru girdiğimizde müslüman ve Türk olduğumuzu söylediğimiz zaman gördüğümüz muameleye inanamıyoruz. İnsanlar bizlere öpüp sarılıyor başımızın üzerinde yeriniz var diyor. Bir dükkan sahibi hepimize birer meyve suyu açıp veriyor. Parasını ödemek istediğmizde elini kalbinin üzerine koyarak para verdiğimizde kırılacağını ifade ediyor. Bir başkası bizi balkondan görüp evine davet ediyor. Birlikte çay içip sohbet ediyoruz. Burada bulunduğumuz süre içerisinde Türk olduğum için hiç bu kadar gurur duyduğum an olduğunu hatırlamıyorum. Aynı zamanda insanın insana yaptığı zulümden dolayı insan olmaktan iğrendiğim başka bir anım da olmadı. Tüm bu insanlar evini yurdunu bırakıp kaçmış ve burada bir veya iki odalı evlerde, şartları son derece kötü olan kamp alanlarında bir arada yaşamaya mahkum edilmişler.
Kamp alanı içerisinde bulunan tüm evlerin ve dükkanların duvarlarında Israil ile ilgili duvar resimleri yer alıyor. Duvarlarda yer yer Filistin bayrakları görüyoruz. Bazı mekanların fotoğraflansına asla izin vermiyorlar. Kendilerince stratejik olan bu alanların deşifre olmasını istemiyorlar. Bu insanların bu kamplarda defalarca saldırıya uğradıklarını düşününce hak vermemek elde değil. 16-18 Eylül 1982 de İsrail’in Sabra ve Şatila kampına girmesiyle bazı kayıtlara göre 2 günde 3500 kişinin öldürüldüğü yazıyor. En son bombalamayı da hepimiz çok yakın bir geçmişde 2006 yılında yaşadık. Şatila kampı yakınlarında delik deşik olmuş binalar terk edilmiş duruyor. Bu hüzünlü kamp tablosuna bu gri binalar daha da bir hüzün katıyor.
Kampların girişinde görünür silahlı askerler veya sivil kıyafetli takipçiler var. Bunu yaparken amaçları kendilerini her an yeni bir saldırıya maruz kalmamak için korumak. İşte böyle bir takipçi bir süre sonra yanımıza gelip bizi durduruyor kim olduğumuzu soruyor. Bir telefon görüşmesinden sonra onunla birlikte gitmemiz gerektiğini söyleyerek bizi alıp bir dükkana götürüyor. 10 kişilik bir grup dükkandan içeriye giriyoruz. Bizi bir adam karşılıyor burada fotoğraf çekemeyeceğimizi hemen burayı terk etmemiz gerektiğini çünkü bulunduğumuz yerin çok tehlikeli olduğunu söylüyor. Kendisine teşekkür ederek dükkandan çıkıp ara sokaklarda yürümeye devam ediyoruz. Biraz sonra iki motorsiklet ile üç kişi tıpkı filmlerdeki gibi bizi bir duvarın köşesinde sıkıştırarak durduruyor. Kim olduğumuzu sorgulamaya başlıyorlar. Hepsinde siyah güneş gözlükleri var gözlerini göremiyoruz ifadeleri sert. İngilizce anlaşıyoruz, yine Türk ve müslüman olduğumuzu bildiriyoruz. Bu kez fotoğraf makinalarımızı alıp bakmak istediklerini söylüyorlar. Bunun istenmesi en korktuğumuz şey ve gerçekleşiyor. Kendimi bir film platosunda gibi hissediyorum. Şunu çok iyi kavrıyorum ki biz gerçekten çok tehlikeli bir bölgedeyiz. Makinamı yine de boynumdan çıkarmadan içindekileri göstermeye başlıyorum. Fotoğraf çektiğimiz herkesten izin aldığımızı anlatıyorum. Bu badireyi de Türk ve müslüman olduğumuz için atlatıyoruz.
Ancak sokak içlerinde tekrar yürümeye başladığımızda motorlar etrafımızda hiç durmadan önümüzden ve arkamızdan geçerek sürekli bizi taciz etmeye başlıyorlar. Elbette biz ne kadar Türk ve müslüman olduğumuzu söylesek te kimlik tesbiti yapılmadan bunun doğrulanması mümkün değil. Gördüğümüz bu muameleden dolayı rahatsız olup kamp alanını terk etmeye karar veriyoruz. Akşam otele döndüğümüzde diğer arkadaşlarımızın da cehenmeni yaşadığını öğreniyoruz. Bir grup arkadaşımız polis, asker ve halkın çatışması arasında kalmışlar. Panzerler ve tanklar gelirken bir eve götürülmüşler ancak bu evde de kibarca sorgulanmışlar. Tüm bu kargaşadan kaçarken bir çöplükde küçük çocukların çöpten karpuz kalıntılarını toplayarak yediklerini görmüşler fakat bunu fotoğraflamaya yürekleri el vermemiş.
Bugüne kadar böyle bir karmaşa ve böylesine kaybolmuş hayatlar görmeyen ben kendimi kaybettim. Lübnan’dan geldim ama kalbimin ve aklımın bir tarafı orada kaldı. Her insan turistik bir gezi için bile gitse, Şatila kampından veya diğer mülteci kamplarından kafalarını uzatıp bir bakmalı, bakmalı ki yeryüzünde ne hayatlar var görüp şükretmeli özgür yaşadığı hayatına…
Bazen ne icin yasiyoruz? Neden variz ki bu dunyada ? diye kendimize sorular sorduran kareler…
Gercekten bizlerle bu mukemmel fotograflari zor sartlarda gidip ceken ve paylasan arkadaslardan Allah razi olsun!
Nuri bey,
bu insanları ve olayları yerinde gidip görmek insanın üzerinde inanılmaz acı veren bir etki bırakıyor. Gitmeden önce sadece uzaktan fotoğraflara bakıyorduk ama orada yaşanan tam bir dram. Bazı insanlar 5 km lik bir alan içinde doğuyor ve oradan hiç dışarı çıkamadan ölüyor bu kamplarda. İnsannın insana bu dünyada yaşattığı cehennem bu olsa gerek.
Değerli dostlarımızı özledik
Selam Memduh abi,
3 Temmuzu iple çekiyoruz. Bu sefer fotoğraf gösterisi varsa biz sana bir Lübnan gösterisi hazırlayabiliriz, tabi istersen.
bu duyguyu bir fotoğrafçı olarak yaşamak isterdim okurken tüylerim diken diken oldu yaşasaydım keşek süper paylaşım teşşekürederim sizlere
Eren hn/bey,
umarım bir daha ki sefere sizde bize katılıp kendi gözlerinizle olaylara şahit olursunuz. Bir daha ki sefere Ürdün kamplarına gitmeyi planlıyoruz.
Zor şartlar altında yaşama savaşı veren halkların yaşadığı ne çok coğrafya var. Lübnan şurası oysa. Sabra ve Şatilla’da yaşananlar unutulmuş değl elbette. Yahudi yanlısı hıristiyanların orada yaptığı yanlarına kalmayacaktır. Geçen yıllar boyunca değişen birşeyin olmaması üzücü. Şatilla hala ülteci kampı. Abdurrahman Bey’in fotoğrafı olup biteni özetlemiş. Gittiniz ve en güncel olanı yazdınız. Teşekkür ederim kendi adıma. Sizin ve oraya giden ekibin çektiği diğer fotoğrafları görme imkanımız yok mu? Selamlar.
Muammer bey,
kamplardaki şartlar beyninizin alamayacağı kadar çetin. Yaşarken cehennemi görmek o kamplardan birinde yaşamak herhalde.
Beyrut, Beyrut…
çok gezmiş, çok okumuş değil, en iyi çok görmüş, çok duymuş, çok hissetmiş bilirmiş… bunu öğrendim ben bu gezide..
mülteci kampından ayrılıp akşam beyrut caddelerinde dolaşmak, bi gezegenden, bi gezegene ışınlanmak misali..
fotoğrafını çektiğim çocukların gözlerinin içine bakamıyorum hala
( http://sphotos.ak.fbcdn.net/hphotos-ak-snc3/hs540.snc3/30595_398360493158_770503158_4227568_5648165_n.jpg )
orda sıcağı sıcağına pek anlamadık ama, fotoğraflara şöyle bir bakarken gözlerindeki hüznü damarlarımda hissettim gerçekten, gözlerim doldu..
üzerine de bugünkü olaylar olunca, savaş çıksın istedim tüm kalbimle, sadece ve sadece İsrail’e bir kurşun atmak dindirebilir heralde bu sızıyı.
Abdurrahman selam,
biz azgezmiş derken altında ince bir nükte vardı bu ismin. Ne kadar çok gezsekde, aslında görecek ve öğrenecek o kadar çok şey varki dünyada biz hep az gezmiş ve az görmüş oluyoruz.