Bu şehir Lübnan’ın Bekaa Vadisi kısmında yer alıyor. Burada benim için görülmesi gereken iki önemli bölge var. Lübnan’ın en büyük Roma tapınağı olan Jupiter Tapınağı ve El Celil Filistin Mülteci Kampı. Otobüsle kampın önünden geçerken dayanamayarak tapınağa ulaşamadan kendimizi bir anda aşağıda ve kampdaki mahalle aralarında buluyoruz. Ancak tapınağa haksızlık etmek istemem onu anlatmadan kampa giriş yapmak istemiyorum. Lübnan’a giderseniz ve fotoğrafçıysanız bir günü mutlaka tapınak ve kamp için ayırmalısınız. Baalbek Beyrut’a 85 km mesafede ancak yol boyunca bir çok noktada asker yolları kesip kontrol noktaları oluşturduğu için trafik bir hayli yoğun oluyor. Dolayısıyle 85 km yi gitmek normalden uzun sürüyor.
Jupiter Tapınağı yaklaşık 9000 yıl öncesine tarihleniyor. Başlangıçta Heliopolis yani Yunanca’dan çevirirsek Güneş Şehri adı ile anılan bu şehirde, üç büyük tapınak yer alıyordu. Bunlar, Jupiter, Baküs ve Venüs tapınaklarıydı. Bu tapınakların tümü Merkür’e adanmak üzere inşa edilmişti. Bu tapınaklardan en büyüğü Jüpiter Tapınağı idi. Ancak bugün bu tapınakalardan geriye kalan sadece gökyüzüne yükselen sütunlar.
Bölgeye 1517’de Osmanlıların gelmesiyle tapınaklar Osmanlı İmparatorluğu kontrolüne girer ancak Baalbek 1759 yılında büyük bir deprem geçirir ve tapınakların büyük bölümü yıkılır. Uzunca bir süre burası askerlerin kontrolünde bir bölge olduğu için turistlerin pek yolu düşmez. Bölgede hüküm süren kaos nedeniyle Osmalı’da bölgeye ancak 1840 yılında hakim olabilmiş ve bu yıllardan sonra bölgeye turistler gelmeye başlamışlar. Son olarak 2006 yılında İsrail’in Baalbek kentini bombalaması sonucunda oluşan titreşimlerden zarar gören bu tapınakların restorasyonu için Unesco yardım teklifinde bulundu.
Jupiter Tapınağına 1 km lik bir mesafede El Celil Filistin Mülteci Kampı yer alıyor. Girişinde makineli tüfekli nöbetçilerin beklediği bir kamp. Bu kampa Danimarka kampı da deniyormuş, çünkü buradan bir çok mülteci Danimarka ve Norveç’e göç etmiş. İçeri rahatça giriyorsunuz askerler sizi durdurmuyor. Daha doğrusu içeri girdiğinizi zannediyorsunuz. Burada herkes birbirini tanıdığı için ve boynunda kocaman fotoğraf makineleri taşıyan bir grup dikkat çektiği için hemen durduruluyoruz. Sorgulanmak üzere bir odaya götürülüyoruz. Burası bir komuta odası ve bizi komutan edasıyla karşılayan yaşlıca bir adam bizi nazikçe sorguluyor. Önümüze bir kağıt koyuyorlar isimlerimizi mesleğimizi yazıp imzalamamızı istiyorlar. Hepimiz bu kağıdı dolduruyoruz. Odanın önünde silahlı nöbetçiler bekliyor olası bir ters durumda hiç şansımız yok. Ancak ortada ters bir durum da yok, müslüman ve Türk olduğumuzu bildirdiğimizde bize oldukça sıcak davranıyorlar. Hemen çaylar geliyor fotoğraflar çekiliyor ve komutan kampı birlikte gezmeyi teklif ediyor.
Sokaklara girmeye başladığımızda fakirlik manzaralarıda hemen sokak başında kendini gösteriyor. Hikaye hep aynı, işsiz yaşlılar tek odalı evler ve bu odalarda 7-8 kişi yaşayan Filistinliler. Yaşlı kadınlar dar sokak aralarında bulabildikleri malzemeleri ayıklayarak yemek hazırlamaya çalışıyorlar. Bir bakkala giriyoruz sanki terk edilmiş bir yerden kaçarken geride kalan üç beş parça malın raflarda kalmışlığı gibi bir his oluşuyor içimde. Bu boş dükkan gerçekte semtin hala işleyen bakkalı. İçerisinde neredeyse hiç bir şey yok. Bakkalın sahibi içeride namaz kılıyor. Bu coğrafyada bu tip görüntelere rastlamak çok olağan. Namaz vakti biri kaldırıma bir şey serip burada bile namaz kılabiliyor. Namazı biten bakkalın bir kaç kare fotoğrafını çekiyoruz.
Daha sonra 80 yaşlarında bir amca gelip önümüzde duruyor poz vermesini istiyoruz, hiç çekinmiyor. Fotoğraflarını çekerken beklenmedik bir şekilde ingilizce konuşmaya başlıyor. Filistinde inşaatlarda çalışırken ülkesinden kaçarak Lübnan topraklarına sığınmış. Bizi evine davet ediyor.
Evinin önüne geldiğimizde önce evin kapısına inanamıyorum. Burası bir oda kapısı olmak için bile çok zayıf duruyor. Etrafında naylonlar sarılı çok eski ince ahşap bir kasa yamuk olarak duvara eğrelti şekilde tutturulmuş. İçeri giriyoruz küçük bir odada tek bir eski koltuk ve yanında küçük eski bir televizyon duruyor. Evde halı yok yerde ince dokuma bir yaygı yayılı. Evin hanımı yanımıza geliyor, 4 kişiyiz, bizi büyük bir güler yüzle karşılıyor. Karanlık, basık hiçbir eşyanın olmadığı bu tek odalı evde 8 kişi aynı odada yaşamaya mahkum edilmişler. Herşeye rağmen gülebiliyorlar ve bize mutlaka bir ikramda bulunmak istiyorlar. Kahve içelim diyoruz. Emine hanım mutfağa geçiyor, ocakları olmadığı için küçük bir tüpün üzerinde bize kahve pişiriyor. Kahve karıştırdığı kaşığı yıkamak istiyor musluğu açtığında su gelmiyor yüzüme büyük bir utançla bakıyor. O anda ben ondan daha çok utanıyorum. Aslında musluktan suyun akmaması bizim de yakın geçmişe kadar pek yabancı olmadığımız bir durum ama kadının gözlerindeki o mahçup ifade beni bitiriyor. İçerideki odada eşim bir paket açılmamış sigarayı evin yaşlı erkeğine hediye ediyor. Amcamız kalkıp eşimin boynuna sarılıyor. Ağlamamak için eşim kendini zor tutuyor. Hepimiz gözlerimiz dolu dolu bu ortamı inceleyerek kahvelerimizi içiyoruz.
Burada yaşayan insanlar bir zulüm ortamından kaçıp başka bir kıskaca sıkışmış durumdalar. Kendilerinin çektiği çile çocuklarına da sirayet ediyor. Eğer çocukları üniversiteye gidip doktor veya mühendis olmazlarsa kendilerine Lübnan’da iş verilmiyor. Lübnan her ne kadar müslüman bir ülke gibi dursada yönetimde hıristiyanların gücü çok daha fazla. Bu ülkede çok uzun yıllardan beri nüfus sayımı yapılmıyor. Çünkü müslümanların sayısının çok fazla olduğu ortaya çıkarsa ülkedeki müslümanlar azınlıkta kalan grubu silmek için ayaklanıp kargaşaya sebebiyet verir düşüncesi hakim.
El Celil ve Şatila mülteci kamplarında en çok dikkatimizi çeken olay, neredeyse tüm Filistinlilerin Türk kanallarını ve en çok da Kurtlar Vadisini seyretmeleri oldu. Türk olduğumuzu söylediğimizde tahminlerimizin ötesinde sevecenlikle karşılandık. Çok fakir olmalarına rağmen bizimle ellerinde o an ne varsa paylaşmak istediler. Bir insan kendini aynı anda hem bu kadar iyi ve hemde gördükleri karşısında bu kadar kötü hissedemez herhalde. İşte bu iki duygu oraya birlikte gittiğimiz diğer 27 fotoğrafçı arkadaşımızı da bizim gibi etkiledi. İçinde yaşadığımız ülkeye ve sahip olduğumuz değerlere Lübnan’dan döndüğüm günden bugüne kadar herhalde onlarca kere şükrettim.
Bu dünyaya geldik çalışıyoruz.Yaşamamızda bir diyar,bir yer görsek;hayatta artık değişsek hala uzak yada yakın gezilip görülecek bir yer yok mu???
zmirni.blogspot.com