Benim gözümde bu şehir ilginç bir özelliğe sahip; etrafındaki diğer şehirlerde terör varken, burada hayat olması gerektiği gibi sakin ve siz de kendinizi güvende hissediyorsunuz. Demek ki herşey insanların düşüncelerinde başlıyor ve orada, beyinlerinin içinde bitiyor. Burada yaşayan insanlar terörün buraya girmesine izin vermiyorlar. Umarım diğer şehirlerimizdeki üzücü olaylar sona erer ve Anadolu eskisi gibi içindeki güzel insanlarla bir kültürler mozaği olarak baki kalır.
Mardin ile ilgili ilk aklıma gelen şey, daha arabamızdan indiğimizde etrafımızı saran çocukların bizden para istemeleri. Neden diye sorduğunuzda verecek cevapları yok ver işte diyorlar ve bir anda etrafınızda toplanıyorlar. Bu hiç hoşuma gitmedi açıkcası, bu kadar turist çeken bir şehirde vali, kaymakam, belediye tüm birimler halkı bilinçlendirmeli diye düşünüyorum. Şehrin en çok ilgi çeken dar ve merdivenli sokakları malesef çöp içinde ve kötü kokuyor. Şehir bir dağın eteğine kurulu olduğu için sokaklar merdivenli, belediye çöpleri toplamak için çözümü mobil eşekler ve belediye temizlik işçilerini görevlendirmekde bulmuş. Ancak görünen o ki bu pek işe yaramamış, bu pislik bu şehre hiç yakışmıyor.
Mardin’e karşıdan baktığınızda Artuklu, Akkoyunlu, Osmanlı yapılarının yanı sıra birçok Süryani manastır ve kiliselerininde yanyana inşa edilmiş olduğu güzel bir açıkhava müzesi göreceksiniz. Taş yapılar üzerlerine ışık vurduğunda altın sarısı gibi parıldayarak sizi cezbediyorlar. Malesef bu güzel binaların aralarında betondan yapılmış çirkin yapılar bu şehre ait olmadıklarını haykırıyor gibiler. Öğrendiğimize göre Unesco şehri koruma altına aldığı için bu yıl 2500 adet beton binanın yıkılmasına karar verilmiş. Bu bizim kulağımıza hoş geliyor ancak o evlerin içinde yaşayan insanların evlerini kaybetmeleri hiçde hoş bir durum değil. Burada devlete düşen görev, yeni bir ev yapılırken betondan yapılıyorsa buna engel olmak ve bu kişilerin taş ev yapacak gücü yoksa eski Mardin’deki arazilerini alarak kendilerine yeni Mardin’de ev vermek olmalıydı. Bugüne kadar bu akıllarına gelmemişki şimdi insanların evlerini yıkarak mağdur durumda bırakıyorlar. Mardin’de taş ev yapmak kolay değil dedim ama çarşının içine inince insanların pekde fakir olmadıklarını düşündüm. Çünkü çarşı, başka hiçbir küçük yerde göremeyeceğiniz kadar çok kuyumcu dükkanı ile dolu. Burada yaşayan Süryanilerin en meşhur el sanatı telkari işlemeciliği. Bu iş altın veya gümüşün eritilerek tel haline getirilmesi ve sonrada istenen şeklin verilmesi tamamen el ile bükülerek yapılan ve çok ince el işçiliği gerektiren bir meslek dalı. Bu şekilde yapılmış yüzükler,kolyeler,küpelerin yanı sıra uçak,koltuk,çaydanlık gibi çok farklı objelerde görmek mümkün. Bazı objeler o kadar güzel yapılmışlarki adeta dantel gibi duruyorlar. Geşmişi 5000 yıl önceye dayanan bu sanatın bir gün tükenebileceğini düşünerek kendime hemen bir yüzük ile iki kolye aldım.
Çarşının içinde yürürken arabaların peşi sıra ata veya eşeğe binmiş başına puşi bağlamış birini görmeniz burada çok normal bir manzara olarak karşılanıyor. Tabi bizim gibi dışarıdan gelmiş insanlar için ilginç bir görüntü. Ana caddenin alt kısmında merdivenlerle inilen Ayyar çarşısı dikkatimizi çekiyor merdivenlerden inmeye başlıyoruz ve manzaraya inanamıyoruz. Çarşı labirent gibi sağa sola kıvrılarak gidiyor. Dükkanlar bir hiyerarşi içinde dizilmişler girişde manavlar, sonra kasaplar,konfeksiyonlar, bakırcılar gibi. Kasapların önünden geçmek biraz yürek istiyor. Yerlerdeki tepsilerin içlerinde kesilmiş sakatatlar ve hayvan başları müthiş bir görüntü ve koku yayıyor. Bakırcılar Çarşısı (Revaklı Çarşı) en çok ilgimizi çeken yer oldu. Buradaki zanaatkarlar hala el işçiliği ile bakırdan malzemeler üretiyorlar. En çokda Şahmaran diye adlandırılan başı kadın, vücudu yılan olan figür işlenmekte. Bakırcılar dedim ama aslında bu işi yapan bir kişi kalmış bakırcılar çarşısında oda Hasan Özcan. Hasan abimiz bizi son derece tatlı dilli ve misafirperver bir şekilde karşıladı. Kendisinin fotoğraflarını çekmemiz için bizi dükkanına davet etti ve bize yalvardı lütfen beni çekin bu sanatı gösterin ölmesin devam etsin dedi. Bende burada yazarak üzerime düşeni yerine getirmeye çalışıyorum. Şahraman eskiden camların üzerine işlenerek evlenecek kızların çeyizlerine konurmuş. Her evde olması gerektiğine inanılırmış, onun olduğu evlerde bereket olurmuş.
Bugün bu gelenek pek de sürdürülmüyormuş. Şahramanın hikayesi eski dönemlere ait bir mit, zamanın birinde vezirin oğlunu arkadaşları bir kuyuya atmışlar, gözlerini açtığında birde bakmış yanında bir sürü yılan içlerinden biri yılanların şahıymış, başı insan şeklinde vücudu yılanmış yani o Şahmaran’mış. Uğradı haksızlığı Şahmaran’a anlattığında, Şahraman kendisini kuyudan bir şartla çıkaracağını söylemiş, şartıda ne olursa olsun yerini kimseye söylememesiymiş. Vezirin oğlu söz vermiş ve Şahmaran onu kuyudan çıkarmış. Bu olaydan bir süre sonra Hükümdarın çok hasta olduğu ancak Şahmaran’ın etini yerse iyileşeceği ve Şahmaran’ın yerini bildirenin Hükümdarın kızı ile evleneceği bütün halka ilan edilmiş. Bunu duyan vezirin oğlu verdiği sözü unutarak Şahmaran’ın yerini söylemiş hükümdarın adamları onu öldürüp etini hükümdara yedirmişler ve hükümdar iyileşmiş.
Bu hikaye Şahmaran’ın insanoğluna bağlılı ve iyi niyetine karşılık gördüğü ihanet olarak anlatılarak günümüze kadar gelmiştir. Hasan abimizde bakırcılar çarşısında hala bunu değişik bakır objelerin üzerine büyük bir sabırla işlemekter. Kendisi ile sohbet ederken bizi akşama çay içmeye evine davet etti ve dediki bizim konak küçüktür bu bakırcılar çarşısı kadar bir şey. Biz şaşkınlıktan birbirimize bakıp gülümsedik küçük dediği konak 1000 m² den fazla bir alana denk geliyordu. Eskiden içinde 5 aile yaşarmış ancak göç nedeni ile bugün bir tek onlar kalmış. Konağın fotoğraflarını gördük oldukça güzel taş işçiliği olan bir Mardin eviydi. Malesef arkadaşımız o akşam rahatsızlandığı için konağa gidemedik. Bir daha yolumuz Mardin’e düşerse mutlaka Hasan abimizin konağına gideceğiz. Çarşının içindeki turumuza devam ederken birden önümüze Ulu caminin güzel minaresi çıkıverdi. Onun fotoğraflarını çekerken birde baktık caminin dibindeki küçük tarihi bir yapıda bir terzi dükkanı ve içeride eski usul çalışan yaşlı bir terzi. İzin isteyerek fotoğraflarını çektik. Mardin’de herkes sohbete açık ve tatlı dilli hiç çekinmeden herkese birçok şeyi sorabilirsiniz.
Çöplerin toplandığı bir sokakta yürürken yanımıza bir bey yanaştı ve kendisinin bir hamam işlettiğini bize burayı gezdirmek istediğini söyledi. Hamamın şifalı suyu Mardin kalesinin oradan doğal yolla çıkıp 13cü yüzyılda yapılmış olan ve halen kullanılan su yolu ile hamama ulaşmaktaydı. Hamama gittiğimizde yine eski taş işçiliği ile 13cü yüzyılda inşa edildiği düşünülen (Hamamın kitabesi kaybolduğu için yapı yaklaşık olarak 13cü yüzyıla tarihlenmektedir) muhteşem bir yapı ile karşılaştık. Hamamın suyu badem kabukları ile ısıtılıyor bu suyu daha yumuşak yapıyormuş. Bu hamamı görmek isterseniz çarşının ortasında dar bir giriş kapısı olan Emir hamamını kime sorsanız gösterir. Hamamlarda hala erkek annelerinin evlilik çağına gelmiş kızları gelip gördüklerini öğrendik. Kızın görünmeyen bir kusuru varsa burada tespit edilirmiş.
Mardin’in içinden Deyrulzafaran manastırını görmek üzere Nusaybin tarafına doğru dönüyoruz. Manastır şehre sadece 5 km. İçerisi pırıl pırıl ve burada çalışanlar maaşlarını Mardin’e ait bir vakıf ile bağışlardan ve manastırı ziyaret edenlerin bıraktığı ödemelerle alıyorlarmış. Bu manastır 639 yıl boyunca dünya Süryani’lerinin Patriklik merkezi olmuş. Yapının bir kısmının tavan bölümü taşların harçsız olarak içiçe geçmesi tekniği inşa edilmiş ve günümüzde hala ayakta durmayı başarmaktadır. Süryaniler bugün yeryüzünde İsa’nın konuştuğu Aramice’yi konuşan en son Hıristiyan topluluğudur. Birgün soyları tükenirse bu dilde ortadan kalkacak demektir. Manastırın içinde bizi gezdiren Süryani rehberimiz oldukça güleryüzlü ve güzel konuşan Kermo bey idi. Bizi fotoğraf çekmek için bazı özel bölümlere götürdü. Kendisinden izin alarak manastırda birde ayine katıldık. Müslümanlıkda olduğu gibi bayanlar başlarını bağlayarak kiliseye girdiler ve dualar edilip ilahiler söylenirken rahip tıpkı bizde olduğu gibi namaz hareketlerine benzer bir şekilde yerde seccade görevi gören bir halının üzerinde ibadet etti. Ayin bitiminde kilisedeki insanlar çıkmadan rahibin yanına giderek elini öptüler bazıları öpmeden eline dokunup çıktı. Bunun nedenini sorduğumuzda bazı kişilerin aldıkları dini eğitim seviyesine ve geldikleri mertebeye göre rahibin elini öptüklerini veya ona yakın seviyedeler ise sadece elini tutup çıktıklarını öğrendik.
Manastır dönüşü vadide Kasımiye medresesi dikkatimizi çekti hemen o tarafa yöneldik iyikide öyle yapmışız. Bu yapıda Artuklu mimarisini yansıtan güzel bir taş işliğine sahip. Üstü evyanlı alt katta kocaman bir havuzu olan medresenin etrafında bir dönem eğitim odası olarak kullanılmış minik odalar mevcut. Biz gittiğimizde yapıda tadilat vardı. İçini pek gezemedik ama dışarıda minik kız çocukları ve açtıkları küçük tezgahlarında turistlere el yapımı takı satan anneleri vardı. Tamda biz dışarı çıktığımızda koyunlar otlaktan geldiler, medrese, koyunlar ve küçük kızlar bizim için güzel fotoğraf malzemesi oldular.
Akşam yemeği için sorduğumuz herkesin övdüğü Cercis konağına gittik. Tabiki beklenen gibi bu konakda müthiş taş işçiliği örneği sergileyen bir yapıydı. Burada Urfa’da da yapılan, soğuk içilen Mehir çorbası, Kitel Raha (Mardin içli köftesi) ve yaprak sarması yemenizi öneririm. Kalacak yer konusuna gelince güvenerek önerebileceğim bizim konakladığımız Erdoba Evleri ile Artuklu Kervansarayı veya Büyük Mardin otelinde kalabilirisiniz. Erdoba Evleri 4 ayrı konaktan oluşuyor her biri ayrı güzellikde olan bu konakları, kalmasanız bile görmenizi tavsiye ederim.
Benim Mardin ile ilgili görüp, duyup öğrendikerim bu kadar, sizlerde gittiğinizde başka güzel insanlara rastlayıp farklı hikayeler dinleyebilirisiniz. Hep dendiği gibi Mardin’de çan, ezan, hazzan sesleri yıllardır birbirine karışıyor. Burada Türkler, Süryaniler, Araplar ve Kürtler huzur içinde yaşıyorlar. Kimsenin bu güzel kültürü ve onu oluşturan güzel insanları bozmamasını diliyorum.
Gaziantep’te misafirim,15gün sonra döneceğim. Bu ara tur yok Mardin’e. Çok da görmek istiyorum.Otobüsle gelsem orada gezdiren günlük tur bulabilirmiyim?
Merhaba Hülya Hanım,
elbette oradan bir firma bulup sizi gezdirmesini isteyebilirsiniz. Mardin’e indiğinizde sorup rahatlıkla bulabilirsiniz.
ben mardinde yaşıyorum gerçekten çok güzel bir şehir herkese mardine gelmelerini öneririm
Zehracım, bayramda Urfa’ya gidiyoruz. Mardin ve Midyat içinde bir gezi ayarlayacaz o ara. Yazdıkların bana bayağı bir yol gösterecek. Teşekkür ederim arkadaşım, ellerine sağlık.
Mardin gezdi biz en harika şehir Türkiya Türkiyada gezmik en güzel şehir mardin bir istanbul iki wonderful city!
Dear Julie,
thank you very much for your comment.
Yarın inşallah 2.kere gidiyorum içim kıpır kıpır!
Bu güzel Mardin’imizi görmemek büyük kayıp hatta ayıp!!
ya n ekadar güzel yerler gelicem ama yakında oraları görücem
mardin çok güzel ve çok şık tır yemek leride çok güzeldir
süper
mardin dünyanın en güzel kentidir
Merhaba
Mistik görünüşü ve uzun bir geçmişten günümüze uzanan yapılarıyla Mardin insanı büyülüyor. Aslında müthiş bir açık hava müzesi.
Birde 20-30 km uzaktan, mezopotamyadan gece izlediğinizde taşları pırıl pırıl bir gerdanlık gibi. Bir gece nusaybin yolundan izledim ve fotoğraflarını çektim.
Fakat bu kültür kentinin kültür yükünü taşıyamayan insanların restorasyonuyla , geçmiş kimliğini yitiriyor. Örneğin tatlıdede evi. Tavanı orjinalde yeşil iken restorasyonda kahverengiye boyamışlar. kapılardaki orjinal kolları ve kilitleri sökerek, kale kilit koymuşlar. diyeceksiniz ki o kilit nasıl bulunur. Bulunmuyor , yaptırılıyor. Safranbolu’da restorasyonu izlediğimde etkilendim. Restore edilecek tarihi mirasın fotoğrafları çekiliyor ve bitince fark olmayacak şekilde restore ediliyor. eski kapı koları ve kilitleri demircilere sipariş verilip özel olarak aynısı yaptırılıyor.
Mardin bu konuda kültürel mirasını hakeden bir bakış açısına sahip değil, ve insan üzülüyor.
Mardin’de el sanatları da can çekişiyor. Bir zamanlar çekicin bakırı döverken çıkardığı seslerle yankılanan bakırcılar çarşısındaki dükkanlar maalesef eşşek ve katır ahırı görevi yapıyor.
Bakırcı alarak tek bir aile kalmış..3-5 dükkan da onların. İmalattan yapıyorlar ama çeşit olarak daha çok Maraş’tan alıp satıyorlar.
Sıcak demirciler tek tek iflas etmiş, son 1 dükkan kaldı. O da kapattı kapatacak. Oysa restorasyonda orjinal malzemeler yaptırılarak kullanılsa onlarda yaşardı.
Mardin ve güneydoğuda fotoğraf olarak çalıştım. Ve fotoğrafı çekmek için öncelikle iyi tanımanız gerekiyor. Bu nedenle oralarda epey araştırdım.
Mardin güzel değil…Mardinin tarihsel kimliği hiçe sayılarak ranta dönüştürülüyor. o eski binaların her yanı abuk sabuk tabelalarla kirletilmiş durumda.
Aslında bu konu çok detaylı. Benim çokça çalıştığım bir bölge. Bu nedenle kısaca görüşlerimi aktarmadan geçemedim.
Mardin ve Midyat halkı süryani ve arap kökenlidir. Kürt kökenliler kırsalda yaşar. kırsal sorunludur. Ama merkezler İstanbul kadar huzurlu.
Bu arada sitenizi zevkle izledim.
selamlar
Selahattin bey,
yorumunuz için teşekkürler. Malesef restorasyon bu ülkede çok yanlış kişiler tarafından yapılıyor. İnşaat firması bir binayı restore ederse yazdığınız gibi yeni kilidi takıp geçip gidiyor. Eskiyi anlamadığından, amacı tarihi yaşatmak değil binayı yenilemek olduğu için, tarihi yerler restorasyonla tüm güzelliğini malesef kaybediyor.
Mardin, Türkiye’de en çok turist alan 9. şehirdir. Mardin’i görmemek bir kayıptır. Şehrimizde terör olmadığını yazmanız sevindirici çünkü Mardin hakkında yanlış düşüncelere sahip insanlar da var ve bunu okumaları iyi olacaktır. Zaten gündemi takip eden, seçim sonuçlarına bakan, Mardinspor’un stadında tribünün çatısında Türkiye bayrağı ve Atatürk posterinin hep durduğunu öğrenen biri, bizim teröre karşı olduğumuzu bilir. Sokaklardaki çöpler için belediye başkanımız Ayanoğlu çalışmaları başlattı. İnşallah o da düzelecektir.
Mardin’e gidip yaşamadıkça orada terör varmı yokmu bilemiyor insan. Uzaktan bakınca varmış gibi duruyor ama aslında terör oradan hiç geçmemiş bile, insanlar oldukça dosthane tavır içindeler. Oradaki tüm Kürtler, Türkler ve Süryaniler bu harmanlanmış kültürü birlikte yaşamanın tadına varıyorlar.
Zehra Hanım, maharetli elinize sağlık. Keyifle okudum. Hem Mardin hem de Midyat’ta daha fazla zaman geçirip atladığım yerleri görmek gerektiğini fark ettim.
Üzüldüğüm nokta ise, Mardin’in seneler önceki pis kokulu sokaklarının hâlâ aynı durumda olması.
Teşekkür ve sevgilerimle